19 Ekim 2013 Cumartesi

fabrikasyon

İki üç gündür deliler gibi yazma dürtüsü var içimde. Bugün kendimi ayık yakalamışken içimdeki dürtüyü harekete geçireyim dedim.

Çok yazı sildim buradan. Hatta blogda bulunan bütün yazıları silmiştim bir ara. Yazdıklarımı sonradan okumak bana ağır gelmişti; kaldıramamıştım. Ama yine de onları bir yere yedeklemiştim. Şimdi nereye yedeklediğimi bile hatırlamıyorum. Onların hepsini okumak istiyorum, okuyamıyorum. It sucks dostlar.

Konumuz bu değil gerçi. Aslında konu hiçbir şey değil. Peki o zaman neden yazıyorum? 

Siz içinizdeki dürtünün neden kaynaklandığını bilir misiniz her zaman? Hayır demeyin lütfen; sadece kendinizi kandırmış olursunuz. Görmezlikten gelmek? Eh benimki öyle. O yüzden cevabım: Hayır, bilmeyiz. Size benim dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın demiş miydim hiç? Eh, artık dedim.

Bir şeyler birikiyor içimde; benden taşıyorlar artık. O taşan şeyler bir erk olup benden başka benler yaratıyor. Bana bağımlı ama benden bağımsızlar. Onlar, ben değil. Ben olmadığım için ben olmayan hareketler yapıyorlar ama siz bunları benim yaptığımı sanıyorsunuz. "Hayır, onları yapan ben değilim" diye avaz avaz bağırmak istiyorum. Ama yapamıyorum.

Çünkü bu kendini ifşa etmek; adeta yanardağı harekete geçirmek. Ve harekete geçerse sizi değil, kendimi yok ederim. Kendimi yok etmeye eğilimliyim çünkü. Kendimi her yok ettikçe kendimi tekrardan var ediyorum; bu konuda bir sıkıntım olmadı hiç. Adeta bir Anka kuşu gibi ama tüylerim biraz eksiliyor, biraz boyutum küçülüyor. Ben küçüldükçe taşkınlıklar artıyor ve içim daha da kalabalıklaşıyor.

Belki de yazmak o kadar da iyi bir fikir değildi. Zira her kelimeyle seri üretime bir adım daha yaklaşıyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder