19 Ekim 2013 Cumartesi

1. rüya

Öyle bir rüya gördüm ki demin, şayet kelimelere dökülmezse beni bırakmayacak sanki.

Amerika'dayım. Oraya sanki tesadüfen gitmiş gibiyim; ama bir anda kendimi büyük bir evde bir arkadaş topluluğu içinde buluyorum. Üniversiteden bir arkadaşın düğünü varmış meğersem. 

Geniş bir verandadayız. Muhabbet ediyorum oradakilerle. Çok yakın bir arkadaşımın da varlığını hissediyorum ama göremiyorum.Diğerlerine gelince... Hiçbirini tanımıyorum ama tanıyormuş gibi hissediyorum. Özellikle içlerinden bir tanesinin yakın bir arkadaşım olduğunu hissediyorum; yüzü tanıdık ama sadece o kadar. Gerisi büyük bir boşluk.

 Belli bir süre sonra orada bulunan bir takım erkekler bana yaklaşıyor. Bazıları dokunmak istiyor; uzaklaşıyorum. Dışarı görmek istiyorum; köprüleri. Bira stoklamalıyız bahanesi ile dışarı çıkmak istiyorum. Beni yalnız bırakmayacaklarını söylüyorlar. Yakın arkadaşım olduğunu zannettiğim adam benimle birlikte geleceğini söylüyor. O arada Amsterdam'da yaşayan Özlem'i görüyorum. O da gelmiş düğüne. Oysa evlenecek olan arkadaşımla birbirlerini uzaktan bile tanıma imkanları yok. Ama bunun üstüne gitmiyorum. Güvendiğim bir insanın varlığı içime huzur veriyor.

Sonra salona bir şey için giriyorum. Damat adayını görüyorum. Tişörtünü göğsüne kadar sıyırıp bir şey yapmaya çalışıyor. Tam olarak hatırlamıyorum. Sonra bir çocuk görüyorum; onun da rüyadaki rolünü bilmiyorum. Bana bunların sadece garip geldiğini hatırlıyorum.

En son kendimi evin arkasındaki geniş balkona çıkarken buluyorum. Her yerde köprü veya demir yığınları. Işıl ışıl. Güzel tuğla evler var. İçimi huzur kaplıyor. Bir anda balkonun etrafı tel örgülerle sarmalanıyor. Daha önce orada olup olmadıklarından emin olamıyorum. Sonra fark ediyorum ki aslında orası büyük bir otelin arka tarafı. Tellerin üzerinde bir hayvan var. Hayatımda hiç görmediğim bir hayvan türü. Adeta bir melez. Küçük ama yüzü insana benziyor. Koala ve maymun arasında, baykuş bakışlı gri bir hayvan. Teller üzerine yüzlercesi asılı. İçeri geçmem gerek diye düşünürken arkamda bir ağırlık hissediyorum. Durup ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Melezin olduğunu anlıyorum ama birden çok melez var. Panik yaparsam bana bir şey yapacaklarını düşünüyorum. Yavaş yavaş içeri geçiyorum. Aklımda sinsice birisinden yardım isteyip onlardan kurtulmak var. İçeri geçtiğimde fısıldayarak haykırıyorum (ne demek istediğim umarım anlaşılır.) En sonunda biri çıkıyor; hayatımda hiç görmediğim biri. Sırtımdan onları yavaş yavaş alıyor. Tam sonuncusunu da sırtımdan aldığında bu sefer karnımda bir ağırlık hissediyorum ve melezle yüzyüze geliyorum. Gözlerimin içine bakarak baskıyı artırıyor ve çığlık atıyor.

Ben de o baskıyla birlikte haykırarak uyandım. 

Sanırım gördüğüm rüyaları kaydetmenin vakti geldi. Bu arada... OHA!

fabrikasyon

İki üç gündür deliler gibi yazma dürtüsü var içimde. Bugün kendimi ayık yakalamışken içimdeki dürtüyü harekete geçireyim dedim.

Çok yazı sildim buradan. Hatta blogda bulunan bütün yazıları silmiştim bir ara. Yazdıklarımı sonradan okumak bana ağır gelmişti; kaldıramamıştım. Ama yine de onları bir yere yedeklemiştim. Şimdi nereye yedeklediğimi bile hatırlamıyorum. Onların hepsini okumak istiyorum, okuyamıyorum. It sucks dostlar.

Konumuz bu değil gerçi. Aslında konu hiçbir şey değil. Peki o zaman neden yazıyorum? 

Siz içinizdeki dürtünün neden kaynaklandığını bilir misiniz her zaman? Hayır demeyin lütfen; sadece kendinizi kandırmış olursunuz. Görmezlikten gelmek? Eh benimki öyle. O yüzden cevabım: Hayır, bilmeyiz. Size benim dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın demiş miydim hiç? Eh, artık dedim.

Bir şeyler birikiyor içimde; benden taşıyorlar artık. O taşan şeyler bir erk olup benden başka benler yaratıyor. Bana bağımlı ama benden bağımsızlar. Onlar, ben değil. Ben olmadığım için ben olmayan hareketler yapıyorlar ama siz bunları benim yaptığımı sanıyorsunuz. "Hayır, onları yapan ben değilim" diye avaz avaz bağırmak istiyorum. Ama yapamıyorum.

Çünkü bu kendini ifşa etmek; adeta yanardağı harekete geçirmek. Ve harekete geçerse sizi değil, kendimi yok ederim. Kendimi yok etmeye eğilimliyim çünkü. Kendimi her yok ettikçe kendimi tekrardan var ediyorum; bu konuda bir sıkıntım olmadı hiç. Adeta bir Anka kuşu gibi ama tüylerim biraz eksiliyor, biraz boyutum küçülüyor. Ben küçüldükçe taşkınlıklar artıyor ve içim daha da kalabalıklaşıyor.

Belki de yazmak o kadar da iyi bir fikir değildi. Zira her kelimeyle seri üretime bir adım daha yaklaşıyorum.



7 Kasım 2011 Pazartesi

cimnastik.

kal demek mi kolay?

yoksa kalmak mı?

tuğçe, kal.

tamam. çok zor olmadı O. için.

ama kalmak?

tuğçe için.

o piti piti.

2 Eylül 2011 Cuma

hello world, goodbye cruelty

milyon yıldır yazmıyorum, hatta bakmıyorum bile bloguma. aklıma gelmiyor, canım çekmiyor, anlamsız falan geliyor. neden şimdi yazdığıma gelince anlamsız şeyler istiyorum. tatildeyim lan, tam vakti işte.

gerçi kimsenin sikinde de değildir. benim sikimde olmazdı en azından.

neyse. mezun oldum, avukat oldum. it gibi çalışıyorum falan. babam öldü, evi taşıdım, hala içiyorum, çok içiyorum, topuklu ayakkabı giyiyorum, artık memelerimi değil bacaklarımı açıyorum, kilo alıyorum sonra veriyorum, şimdi daha çok veriyorum, seviyorum, sevişiyorum, kavga ediyorum, barışıyorum, canım sıkılıyor, paranoyaya bağlıyorum vs vs.

ben de herkes gibiyim.

merhaba.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

22/08/54

annemi çok özledim.

9 Ağustos 2009 Pazar

beep-beep-beep

gece(sabah aslında) öyle bir rüya gördüm ki oy oy poppie'ciğim dedim kendime. neden mi? işte:

şimdi ben bu yaşıma kadar(det! 24 değil, 23.5!) sürüsüne bereket hayallerimin erkeğiyle tanışıyorum, sonracığıma telefon numaramı veriyorum hepsine ama hiçbirinden bu zamana kadar bir mesaj dahi gelmiyor ama öyle azimli, öyle kısmetli, öyle yüzsüz bir insan evladıyım ki gene buluyor ve gene veriyorum numaramı. ama bir yere kadar, değil mi? en sonunda pes ediyorum, evde oturup ağlıyorum neden beni aramıyorlar diye. ben böyle isyanlardaykene telefonum bip ediyor, bir kere daha bip, bip-bip-bip... böyle bir şaşkınlıkla açıyorum mesajları, bi bakıyorum hayalimin erkeklerinden mesajlar. kıllanıyorum, kendime kendime söyleniyorum ulan bunlar sözleşti mi diye. sonra beni turkcell arıyor, "pj hanım, hayallerinizin erkeklerinden gelen mesajlar teknik bir sorundan dolayı size ulaşmıyordu yıllardır ama artık sorun halloldu, rast gele." diyor. ben bir şey diyemeden çat kapıyor. gene okuyorum mesajları, sonra gene isyan ediyorum ama bu sefer hangisini seçsem diye. sonrası? uyandım işte. kıçım açıktı ama başıma vurmamıştı.

19 Temmuz 2009 Pazar

do it again

beynimde uçuşan, kaçışan, sikişen, aklımı karıştıran, şekillenen, korkutan, sevindiren, höst dedirten şeyler... nedir onlar? söylesene bana. çok açım. onlara açım, sana açım, her şeye açım. hadi doyur beni. neden doyurmuyorsun beni? bilmediğim yerlere götür beni. beni, beni, beni, hep beni... güzel yerler olsun yalnız. kimsenin gitmediği yerler ayrıca. cildin parlasın güneş ışığının altında; ben parlatabilir miyim seni acaba? cildimi parlatsana terimle, kendi terinle. korkma sakın sesimin tizliğinden, en güzel çığlığı atar derinden. çek saçlarımı iyice. kök bende; dert edeyim deme. en edepsiz sözleri fısılda kulağıma, sodom'dan da gomora'dan da geçtim ki ben. yık dünyayı başıma; en azından öyle hissettir bana. sonra kaldır beni, doruklara taşı. kalayım bir süre öyle, lütfen yalvarırım. en sonunda beni çarşafla başbaşa bırak ki sana bir daha elimi uzatabileyim.